Elimde
tuttuğum dikdörtgen kağıda ne kadar öylece bakakaldığımı ve kağıtta yazan
üç-beş kelimeyi kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum. Kafamı kaldırdığımda kavga
eden çiftin yüzünde hafif bir tebüssüm vardı ve çikolatalarını çoktan
bitirmişlerdi. Kuşlara yem atan ufaklık annesiyle birlikte banka oturmuş ve
huysuzluk yapmaya başlamıştı. Dilenci etrafta gözükmüyordu ve selpak satmaya
çalıştığı adamın oturduğu yer de görünüşe göre yeni bir çift tarafından geçici
bir süreliğine sahiplenilmişti. Kuğulu Park’ın asıl sahipleri beyaz kuğularsa benim
buradaki varlığımı pek de umursamadan suda salınmaya devam ediyorlardı. Hayatın
tüm bu çarkı, elli santimetre yanımdan geçen kadının dün gece başından neler
geçtiği hakkında hiç bir fikrim olmadan dönmeye devam ederken ve etrafımda o
kadar çok insan varken hissettim Sonbahar’ı tüm çıplaklığıyla. İçimde biraz
önce yediğim dondurmanın soğukluğu ve ağzımda karamel tadı vardı. Rüzgarda
savrulan saçlarımı özgür bırakıp, durduramadığım sorular sormaya başladım sonra.
Gitmeli
miyim? Daha önce hiç karşılaşmış mıydık yoksa burada mı gördü? Ne zamandan beri
yanımdaydı ve ben nasıl fark etmedim? En önemlisi -kullandığımız zaman
diliminde- ne kadar zaman geçtiğini bilmesem de şuan yüzünün ne kadarını
hatırlıyorum? En çabuk yüzün unutulması ne kadar saçma diye kızdım kendi
kendime, sanki beynime o komutu ben gönderiyormuşum da tüm bilinçaltım
başkalarının emrinde şekillenmiyormuş gibi. Ses tonu kendinden o kadar emindi
ki, gereksiz bir güven veriyordu. “Ses tonumu bile duymadı?” diye düşündüm,
konunun anlamlandıramadığım cümlelerini savunarak. Ses tonu önemliydi, ses tonu
bir insanın kişiliği hakkında %40 fikir sahibi olunmasını sağlayan önemli bir
ayrıntıydı. Sonra hayatımdaki bir çok detayda olduğu gibi bu detaya da sadece benim
dikkat edebilecek olmama hak verdim. Anlam veremediğim her noktaya anlam
vermeye uğraştığım için şuan telefonuma gelmeyen bir mesajı bekliyordum.
Yüzümdeki aptal gülümsemenin sebebi bileti elime tutuşturup hiç bişey söylememi
beklemeden uzaklaştığı içindi biliyorum, düşünmeme fırsat verip de beş saniye
daha gitmemiş olsaydı bilinçaltımdaki “gerekliliklerin” ona hazırladığı bir
sürü reddeden ve onur kıran kelimeler topluluğu vardı. Söylememe fırsat
vermediği kelimeler şuan sadece merak’a ve gülümsemeye dönüşmüştü.
Tüm
bu kontrol edemediğim olayın içinde belki duymamışımdır düşüncesiyle gözlerimi
tekrar biletten ayırıp diğer elimde tuttuğum telefona çevirdim. Üzerinde sadece
saatin kaç olduğunu gösteren rakamlar vardı. O an operatörümün tam olarak
çekiyor olmasının, telefonuma beklediğim mesajın gelmemesini açıklayabileceğini
sanmıyorum. Bir anda aklıma kokusu geldi, bileti bana uzatırken parfümünü
duymuştum. Adı neydi?