11

Her sabah öpücüklerle uyandırırken onu, saçlarım yüzüne değdikçe, gülümseyişini içime çekerdim. Burnuna doğru yavaş adımlarla giden kahve kokusu nefesimden daha sıcak değildi. Bu yüzden en sevdiği kupasında dudakları gezinirken, birden vazgeçip benim sıcaklığımı içiyordu tek  seferde. Odanın sıcaklığı kahvedeki sütü çoğaltıyordu sanki.. Sanki süt çoğaldıkça ruhumuz beyazlıyor, beyazlar içinde huzurumuz tutkuya karışıp her bir uzvumuz renk cümbüşü oluyordu.

   Hapşurdu; kesildi sözcüklerin sevişmesi. Kahvem çoktan soğumuş, insanlar çoktan bıkmıştı. Kitabın kapağını kapadım. Başımı kaldırıp karşı masaya bakarken saçlarım rüzgarda savruluyordu. Esintinin  gücü ve hazzıyla parmaklarım sanki istemim dışında oynamaya başladı, sonra ellerim; her şeyi yeniden çizmemi, ona renk vermemi istiyordu. Kendimi o an bir tablonun parçası gibi hissediyordum; yağmur, damlalarını rüzgarın coşkusuyla bir bir bırakırken beyazlığa, bütün o boyalar birbirine karışıyor, dağılıyor çizgiler ve sen aniden resimdeki ağız burun oluveriyorsun. O da yetmiyor; ağıza kondurulmuş bir öpücük oluyorsun. Garsona seslendi; kahvesini yenilemek istiyor. Ama bir ayrıntıyı kaçırıyorum; kahvesi Türk asıllı değildi  evet ama nasıl içiyordu kahvesini? Sütlü müydü acaba? Bilmiyordum. Halbuki kahve önemliydi; satırlarımın susuzluğunu gideren tek sıvı.. ve muhtemelen önümdeki kitabın da onunla büyük bir geçmişi vardı.

   Kahvesi geldi, gazetesini katladı, denize doğru çevirdi sandalyesini. O an yüzümdeki tebessümü kırıp parçalamak ve içinden neler çıkacak görmek istedim; fakat sonra aklımdakilerle gözgöze gelip, köşede beklemelerini ama eğer gecikirsem de burayı terketmelerini söyledim. Yavaşça masaların arasından geçtim, kitabın ilk sayfasını kıvırdım; kahvesinden bir yudum alıp, "Sence de güzel bir başlangıç değil mi? Kesinlikle okumalısın."  diyerek  masasına bıraktım. 

   Kahvesi sütlü.. sütlü kahve benim vazgeçilmezim. Bitmemiş bir romanı ona armağan etmek; romanın devamını ondan dinlemeyi umut etmek.
Hem, neden olmasın ki?

This entry was posted on 2 Ekim 2012 Salı. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0. You can leave a response.

Leave a Reply