Bitki çaylarının sarhoşluğuyla kalkıyorum masadan,
yalnızlıkla atılan her adımda Bal daha da hareketleniyor. O, yanımızdan geçen
herhangi biri için oyun oynamak isteyen bir köpek sadece. Halbuki bütün bu
çırpınışlar, yalnızlığımı uyandırmak istemesinden; uyansın ve onun “ben
buradayım! Yanındayım!” dediğini duysun da kıskançlığıyla kendi kendini yiyip
bitirsin. Bu yalnızlık denen soğuk kan bütün vücudumu sarmışken hissetmeye
başlıyorum; beni ele geçiren bu soğukluk sadece vücut ısımı bozmuyor,
zehirliyor da. Öyle çok soru var ki aklımda, her birinin cevabı aşkla yazılan
mektuplar gibi şişenin soğuk duvarlarında sıkışmış, denizde yüzerek dalgalarla
boğuşuyor, uzaklaşıyor, kayboluyor ve hiçbir cevap gelmiyor; üşüyorum. Buralarda
bir yerde sıcak bir yer mutlaka olmalı. Evet, bunca insanın ısınacağı bir yer
mutlaka olmalı. Birçok yer olmalı, ıssız hiçbir insan olmamalı. İç sesim
konuştukça, bedenim tekrardan ısınmaya başlıyor ve derin bir nefes alıp
adımlarımı hızlandırmaya başlıyorum ki kafamı kaldırdığımda kendimi çoktan evin
önüne gelmiş buluyorum. Üşüyen ellerim çantanın içinde anahtarları ararken, mesaj
geliyor telefonuma; “konuşmalıyız”. Halbuki konuşmak bazen ne kadar da anlamsız,
ama, istiyor işte...
Kendini ifade edemese de kelimelerle oynamak hoşuna gidiyor.
İki kişi bir araya gelir, konuşur ve bütün kelimeler ziyan olur. Senelerce
ziyan olan bütün sözcükler, mevzubahis anlamak ve anlaşılmak olduğunda, birer
intihara dönüşürler. Es geçilen her bir anlama çabası, sessizlik ve gürültüyle
boğuşuyor, uzaklaşıyor, kayboluyor.
İnsan, tekrarları sever. Bir sebebi olmaz
çoğu zaman ama birçok sebebi de olur bazen. Sorularım nedenleriyle boğulurken,
bir tekrarı yaşamak için mi konuşmak istiyor? hayır, merak etmiyorum.
Konuşulanlar yetmiyor ikimize de, hiç bitmeyen konuşmalar birbirimizi anlamaya
yetmiyor.
Odamdaki cam açık
kalmış ve evde dışarıdan gelen
anlamsız gürültüden başka hiçbir ses yok. Oysa düşünmeye başladığım zaman sanki
içeride bir yerlerde büyük bir patlama varmış gibi hissediyorum. Ne mi
düşünüyorum? Hepsi sadece birer sancı. Zaten hayatın kendisi sancılı bir süreç
ve yaşıyor oluşun da kanayan bir yaranın üzerini her gün yeni bir bez parçasıyla
durdurmaya çalışman aslında. Sancılanmanın doğasında değişik bir şeyler var, bağımlısın
bıçak saplanmalarına, zevk alıyorsun darbelerden. Kalkıp camı kapayabilirim ama
–öyle kapılıp gitmişim ki düşüncelere- yapmıyorum bunu. Telefonumu sessizce alıp çantama
atıyorum, ne de olsa beklediğim telefon asla gelmeyecek. Gerisinin
zaten önemi yok.