9

Bitki çaylarının sarhoşluğuyla kalkıyorum masadan, yalnızlıkla atılan her adımda Bal daha da hareketleniyor. O, yanımızdan geçen herhangi biri için oyun oynamak isteyen bir köpek sadece. Halbuki bütün bu çırpınışlar, yalnızlığımı uyandırmak istemesinden; uyansın ve onun “ben buradayım! Yanındayım!” dediğini duysun da kıskançlığıyla kendi kendini yiyip bitirsin. Bu yalnızlık denen soğuk kan bütün vücudumu sarmışken hissetmeye başlıyorum; beni ele geçiren bu soğukluk sadece vücut ısımı bozmuyor, zehirliyor da. Öyle çok soru var ki aklımda, her birinin cevabı aşkla yazılan mektuplar gibi şişenin soğuk duvarlarında sıkışmış, denizde yüzerek dalgalarla boğuşuyor, uzaklaşıyor, kayboluyor ve hiçbir cevap gelmiyor; üşüyorum. Buralarda bir yerde sıcak bir yer mutlaka olmalı. Evet, bunca insanın ısınacağı bir yer mutlaka olmalı. Birçok yer olmalı, ıssız hiçbir insan olmamalı. İç sesim konuştukça, bedenim tekrardan ısınmaya başlıyor ve derin bir nefes alıp adımlarımı hızlandırmaya başlıyorum ki kafamı kaldırdığımda kendimi çoktan evin önüne gelmiş buluyorum. Üşüyen ellerim çantanın içinde anahtarları ararken, mesaj geliyor telefonuma; “konuşmalıyız”. Halbuki konuşmak bazen ne kadar da anlamsız, ama, istiyor işte... 

  Kendini ifade edemese de kelimelerle oynamak hoşuna gidiyor. İki kişi bir araya gelir, konuşur ve bütün kelimeler ziyan olur. Senelerce ziyan olan bütün sözcükler, mevzubahis anlamak ve anlaşılmak olduğunda, birer intihara dönüşürler. Es geçilen her bir anlama çabası, sessizlik ve gürültüyle boğuşuyor, uzaklaşıyor, kayboluyor.
İnsan, tekrarları sever. Bir sebebi olmaz çoğu zaman ama birçok sebebi de olur bazen. Sorularım nedenleriyle boğulurken, bir tekrarı yaşamak için mi konuşmak istiyor? hayır, merak etmiyorum. Konuşulanlar yetmiyor ikimize de, hiç bitmeyen konuşmalar birbirimizi anlamaya yetmiyor.

  Odamdaki cam açık kalmış ve evde dışarıdan gelen anlamsız gürültüden başka hiçbir ses yok. Oysa düşünmeye başladığım zaman sanki içeride bir yerlerde büyük bir patlama varmış gibi hissediyorum. Ne mi düşünüyorum? Hepsi sadece birer sancı. Zaten hayatın kendisi sancılı bir süreç ve yaşıyor oluşun da kanayan bir yaranın üzerini her gün yeni bir bez parçasıyla durdurmaya çalışman aslında. Sancılanmanın doğasında değişik bir şeyler var, bağımlısın bıçak saplanmalarına, zevk alıyorsun darbelerden. Kalkıp camı kapayabilirim ama –öyle kapılıp gitmişim ki düşüncelere- yapmıyorum bunu. Telefonumu sessizce alıp çantama atıyorum, ne de olsa beklediğim telefon asla gelmeyecek. Gerisinin zaten önemi yok.

This entry was posted on 27 Eylül 2012 Perşembe. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0. You can leave a response.

Leave a Reply