Günlerdir cam kırıklarının üzerinde
yuvarlanıyor ruhum ve küçüklüğümden beri öğrendiğim çaresizliğimi tek celsede kanatıyorum.
Havaya atıp durduğum sözcüklerin altında enkaz olarak kalmak ve serzenişlerimin
arasında hiçbir şey duyamamak çok ağır bir yük ama onu o şekilde köşeye
fırlatıp da kaçamıyorum. Sahipleniyorum, tek bir vücut oluyoruz ve dışarı çıkıyoruz
hep beraber. Akşamüstü hafif esen rüzgarla yürümeye başlıyoruz, Bal koşturmak
istiyor ama “yüküm ağır koşamam” diyorum, halbuki dışarıya adım atar atmaz
bütün yük ağırlığını çekmiş üzerimden. Artık gülümsemeye başlayabilirim;
yapabildiğim en güzel şey. Gülümsedikçe kurtuluyorum sandığım bütün ağırlık,
ruhumla sevişmeye başlıyor, gitgide birbirlerine bağlanıyorlar. Ne tuhaf, ne
büyük bir sancı var insanın ruhunda, ruh büyümeye başladığında bedene taşmaya
başlıyor, sonra da hasta oluyorsun işte. Ama iyiyim ben; tembihliyorum onu her
sabah, daha güzel anıların geleceğinden bahsediyorum. Bunu her duyuşunda
hissediyorum, içimdeki şey’lerin hafiflediğini. Biliyorum bu hafifleme hissini,
Bal’dan öğrendim; sıcak havalarda uzun yürüyüşlerden sonra hızlı nefes alış
verişleriyle kendi ısısını dengeleyip, dinlenip rahatlamasından. Oturuyorum
güzel bir Cihangir kafesine ve izliyorum çevremdeki kalp atışlarını;
Acayip... hayat tabi ki… İnsanlar çok yalnız ve çaresiz. Bazısı bunu alenen yaşarken, bazısı yalnızlığını yalnızlığında saklıyor. Yaşanılanlar ve hissedilenler aynıyken, yer ve zaman farklı sadece. Yerin ve zamanın farklı oluşu bizi yalnızlığımızda bir arada tutmaya izin vermiyor, yetmiyor belki de. Bazen ise aynı evin içinde, aynı zaman diliminde acı içinde kıvranan aile bireylerinin kendi odalarında tek başlarına ağlaması, başka bir varoluş yansıması sanırım. Hayatta acı çeken o kadar çok mutsuz insan var ki.. merak ediyorum; her birinin gözyaşları nerede birikiyor? Kim saklıyor onları? Kendimizi iyileştirmek için birbirimize değil, bitkisel bir çaya ihtiyaç duyuyoruz. Aslında bunun tercih edildiğini de düşünmek mümkün ama peki ya ortada seçenek dahi olmadığını göremiyorsanız? Tercih etme zorunluluğu dersek, kelime kendi kendini imha eder, çünkü “tercih” içinde seçeneklerini çoğaltarak özgürlüğünü besler. Halbuki seçeneğin yok, tercih etmek artık körelmiş bir eylem senin için. Çayımı yudumlayarak devam ediyorum ve düşünüyorum da, insan tarafından bir araya getirilen bitkisel bir karışım ile kendimizi iyi hissetme çabası içinde sarılıyoruz fincana. Bütün bu otların bir şifası varken, sen etin ve kemiğinle üstünü örtüp, sıcacık kanına buladığın o ruhunla bir otun yanında hiç olup gidiyorsun, öylece haber vermeden. Öyle acayip ki bu hayat; kalabalık içinde kendini bir anda, evcilleştirdiğin bir hayvanınla konuşurken buluyorsun, hem de insan’ın sadece seni dinlemesi yetmezken. İnsanı bencil ve kıskanç yapan yalnızlığıdır belki de; hep en yalnız olduğumuzda daha çok dinlenilmek istememizden ve bununla da yetinemememizden.